Savaş ve çatışmaların öncesi, süreci ve sonrasında çevrenin tahribatı, barış anlaşmasıyla geri getirilemeyecek kayıplara sebep olabiliyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), gelecek nesillerin yaşam alanının savaş ve çatışmalarda da güvenceye alınmasını öngörüyor.
Birleşmiş Milletler (BM), çevreyi, savaş ve silahlı çatışmaların “sessiz kaybı” olarak tanımlanıyor.
BM Genel Kurulu kararıyla 2001’den bu yana her yıl 6 Kasım “Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevrenin İstismarının Önlenmesi Günü”nde, gelecek nesillerin emanetine verilen zararın görünürlüğünü artırmak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Doğal kaynakların, yaban hayatının ve kültürel mirasın tahribi geri çevrilemez kayıplara yol açarken, besi hayvanları ve su kaynaklarının zehirlenmesi, tarım arazilerinin ve ormanların yakılması da insanların su, gıda ve temiz hava hakkını elinden alıyor.
Çatışma bölgesindeki sivilleri köşeye sıkıştırmak ve nihayetinde yerinden etmeyi amaçlayan söz konusu eylemler, yalnızca yerli halkların değil gelecek nesillerin de yaşam alanlarını ve geçim kaynaklarını tehlikeye atıyor.
BM, doğal kaynakların kontrolüne ilişkin çatışmaların, taraflar arasında barış anlaşması imzalandıktan sonraki 5 yıl içinde tekrar baş gösterdiğini belirtiyor.
“Conservation Biology” dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, 1950-2000’de silahlı çatışmaların yüzde 80’i biyoçeşitlilik merkezlerinde meydana geldi.
BM ayrıca son 60 yılda meydana gelen tüm silahlı çatışmaların en az yüzde 40’ında çevre tahribatının raporlandığını belirtiyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın çevreye etkisi
Başladığı 24 Şubat 2022’den bu yana Rusya-Ukrayna Savaşı, can kayıpları ve çevre tahribatına sebep oluyor.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 25 Ekim’de yayımladığı raporuna göre, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda hedef alınan Ukrayna’nın Herson bölgesindeki Kahovka Hidroelektrik Santrali’nin (HES) vurulması, yaklaşık 70 yıl önce inşa edilen baraj ve çevresindeki su ekosistemini kökünden değiştirdi.
Buna göre, barajdan boşalan tazyikli su, molozları savurarak zararlı kimyasalların saçılmasına, endemik türlerin süpürülmesine ve tarım arazilerinin zehirlenmesine neden oldu.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Aralık 2022’de Ukrayna’nın başkenti Kiev’de vurulan radyoaktif atık bertaraf tesisinin barındırdığı düşük enerjili nükleer atığın çevre ve insan sağlığına zararlı olabileceği konusunda uyardı.
UNEP, savaş sırasında nitrik asit ve gübre içeren tarım ve sınai depolarının vurulmasıyla açığa çıkan zehirli maddelerin havaya karışarak toplum sağlığını tehdit ettiğini bildirdi.
Brown Üniversitesinden Prof. Neta Crawford’un çatışmalar ve hava kirliliğine ilişkin üniversitenin internet sitesinde yer alan araştırmasına göre, ABD Savunma Bakanlığının 1975-2018’de sera gazı emisyonu 3,6 milyon metrik tonu aştı.
İsrail, Gazze’ye saldırılarında hem insanlara hem de çevreye zarar veriyor
İsrail’in, abluka altındaki Gazze Şeridi’ne 7 Ekim’de başlayan saldırılarında ise Gazze topraklarına verilen hasar günden güne artıyor.
Gazze hükümetinin verilerine göre, saldırıların başladığı günden 31 Ekim’e kadar Gazze’ye 18 bin ton bomba atıldı ve 32 bin 500 bina tümüyle yıkılırken 45 okul tamamen hizmet dışı kaldı, 12 hastane yakıt eksikliği nedeniyle kapandı.
Gazze’ye saldırılar başlamadan önce de işgal altındaki bölgede insan ve çevre sağlığını tehdit eden çok sayıda unsur bulunuyordu.
İngiltere merkezli Çatışma ve Çevre Gözlemevi (CEOBS), Eylül 2021’deki raporunda, Filistin’de ciddi atık bertaraf sorunun süregeldiğine dikkati çekerek problemin Gazze’deki toplum sağlığını nasıl etkilediğini inceledi.
Raporda temiz suya erişimin kısıtlı olduğu Gazze’de, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) bakteri, virüs, mantar ve parazitlerin ilaç tedavilerine yanıt vermemesi olarak tanımladığı “antimikrobiyal direnç (AMR)” riskinin yüksek olduğu belirtildi.
Cenevre Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Kontrolü Merkezi (DCAF), Aralık 2022’de yayımladığı raporda Filistin topraklarında, İsrail-Filistin ilişkileri nedeniyle iklim krizine karşı önlemlerin alınamadığını ve beraberinde gelen doğal afetlere karşı bölgenin korumasız olduğunu vurguladı.
DCAF raporu, Batı Şeria’da afet ve atık yönetimi hizmetlerinin insani yardım aracılığıyla değil ulusal iş ortaklarıyla sağlanmasını öneriyor.
Batı Şeria’da yalnızca Beytüllahim ve Cenin’de katı atık sahası bulunduğu belirtilen raporda, bu alanlarda zehirli maddelerin çevreye sızmasının önünde herhangi bir engelin bulunmadığına işaret edildi.
Raporda, bölgeye ulaşan temiz suyun büyük miktarının İsrail kontrolünde ve belirli bir derinliği aşan kuyuların açılmasının da İsrail’den alınacak izne bağlı olduğu aktarıldı.